Gıda Krizi Söyleşisinde Buluştuk
Uzun süredir kamuoyunun gündeminde olan Gıda Krizi daha çok nüfus artışına bağlanarak endüstriyel tarımın gerekli olduğu algısını yaymaya çalışıyor. Ülkemizde seksenli yıllar dünyada ise yeşil devrimle birlikte ortaya atılan bu kavramla dünya kaynaklarının sınırlı olduğu ve açlık tehlikesiyle yüz yüze olduğumuz vurgulanıyor. Bir anlamda evet dünya genelinde gıda krizi ile karşı karşıyayız diyebiliriz. Ancak meselenin iç yüzünü araştırdığımızda gıda krizinin arkasında bir avuç elitin dünya kaynaklarını kontrol ettiği gerçeğiyle yüzleşmiş oluruz.
Oxfam tarafından yapılan araştırmaya göre dünyadaki 8 milyarderin geliri, 3.6 milyar insanın gelirine denk düşüyor. Aynı araştırmada 2008 yılında 1128 olan milyarder sayısının 2018’de 2 kat artarak 2208’e çıktığı da belirtiliyor. Yine bu zenginlerin gelirlerinin binde 5’i ile 262 milyon çocuğun eğitim giderinin karşılanacağı ya da 3.3 milyon insanın sağlık hizmetinden yararlanabileceği gibi veriler, kaynakların adil paylaşılmadığını gözler önüne seriyor…
Gıda krizinin nedenlerini başlıklar haline getirirsek;
• İklim felaketi ve kuraklık
• Tarımsal ürünle stoğunun dünya genelinden kaldırılması
• Endüstriyel tarım ve tekelleşme
• Tarım ürünlerinde ihracata dayalı üretim
• Tüketim alışkanlıklarının değişmesi
• Gıda üzerine yapılan finansal spekülasyon
• Gıda yerine bio yakıt ürünlerinin yetiştirilmesi
• Toprak ve su gaspı, ekolojik yıkım
Özellikle DTÖ ile birlikte ülkelere dayatılan GATT ticaret anlaşmaları, ülke kaynaklarını uluslararası rekabete açtı. Piyasa ekonomisi de denilen bu düzende özellikle tekelci şirketler lehine çıkarılan yasalarla ülke kaynaklarının bir avuç şirketin elinde toplanmasının yolu açıldı.
Eskiden TMO çiftçilerin malını alarak depolar bir sonraki sene olası kuraklık etkisine karşı fiyat garantisi sağlardı. Ofis çiftçinin kara gün dostu olarak bilinirdi. Ancak mevcut anlaşmalar tarımsal ürünlerin stoklanmasını yasakladığı için, fiyatlar spekülasyonlarla belirlendiği, ürünler aracılar üzerinden pazarlara/marketlere getirildiği için ne üretici kazanabiliyor ne de tüketici adil fiyatlı ürünlere ulaşabiliyor. Afrika’da 80’li yılların sonuna doğru başlayan açlığın ardında özellikle ulusötesi şirketlerce dayatılan tarım ürünlerinin depolanmaması var.
Ülkemizde 90’lı yıllarda dünyada ise 2015 senesi itibarıyla kent nüfusu kır nüfusunu geçti. Çiftçiler girdi maliyetlerini karşılayamadıkları, ürünlerini satamadıkları için kent çeperlerinin yoksul işçileri oldular. Kentteki bu yığılma da tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle birlikte kendi gıdasını üreten değil, hazır paketli hızlı ürünleri tüketen bir nesil oluşturdu. Köylü ve kentli topraktan uzaklaşarak tekelci büyük firmaların insafına bırakılır hale getirildi. Her ne kadar tarımda tekelleşme hızlansa da hala dünya nüfusunun % 70’i neredeyse hiç kimyasal kullanmadan kendi gıdasını üretebiliyor…
Forex piyasalar adı verilen piyasalarda kar getirisi yüksek olarak görülen buğday ve mısırın alım satımı yapılarak fiyatlar belirleniyor. Türev piyasalarda denilen bu oluşumlarda yaratılan spekülasyonlarla birlikte gıda fiyatları sürekli artıyor… Bir de üreticiden tüketiciye gelene dek çeşitli aracılar gıda fiyatlarının artmasına neden oluyor. Çiftçiden 1 tl’ye alınan biber sevkiyatçı, hal, depocu gibi aracılardan geçerek 2.8 tl ye tüketiciye ulaşıyor. Devlet şu anda yeni hal yasası çıkararak aradaki bu aracıları teke indirmeyi ve tek bir aracı ile ürünü tüketiciye ulaştırmayı hedefliyor. Sevkiyatçılar ve haller ise bu yasa geçerse küçük üreticinin ürününü satamayacağını ve biteceğini söylüyorlar.
Bizler ise bu konuda üretim ve tüketim alanında kooperatifleşmeyi savunursak, hallerin kooperatifleşmesini savunursak temiz, sağlıklı gıdalara adil fiyatlarla ulaşabiliriz… Tabi ki bu da örgütlenerek ve gıda egemenliği ile mümkün…