Tarımın Tasfiyesi ve Gıda Egemenliğini Konuştuk

Dünya ile Türkiye neredeyse tencere kapak oldu, Türkiye’yi konuşmaya başladığınızda dünyayı konuşmuş oluyorsunuz, dünyayı konuşmaya başladığınızda Türkiye’yi konuşmuş oluyorsunuz. Dünya üzerinde artık ulus ötesi şirketler var ve devletleri bu şirketler yönetiyor. Devletlerin başındaki  yöneticilerin hüküm verme yetkileri yok. Zamanında Pascal Leni “Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan ülkeler neden üye olduklarını, neyin altına imza attıklarını biliyorlar mı?” diye soruyordu. Çünkü  serbest ticaret anlaşmasına göre devletler şirketlerle rekabete giremez… 

1995 yılında imzalanan anlaşmayla Türkiye DTÖ’ye üye oldu ve DTÖ Türkiye’ye 2017’ye dek gümrükleri sıfırlaması için süre verdi. Bugün gördüğümüz, gümrükleri sıfırlama politikaları anlaşma gereğidir… 

Tarım nasıl tasfiye edildi? 

Tarım için önemli olan tohum, fide, fidan ve damızlık hayvandır. Çiftçiler bu ihtiyaçlarını Türkiye  geneline yayılmış Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü’nden (TİGEM) sağlarlardı. TİGEM fide üretip çiftçiye verirdi ancak 1984 yılında TİGEM’ler yap işlet devret modeliyle özel şirketlere devredildi. Ardından Zirai Donatım Kurumu tasfiye edildi. Böylesi büyük kamu kurumları önce parçalandı sonra peyderpey şirketlere verilerek ortadan kaldırıldı.  

1984 yılında tohuma serbestlik verilerek tarımda tasfiyenin ilk adımı atılmış oldu. Turgut Özal döneminde KİT’ler özelleştirilmeye başlandı ama anayasal düzenleme buna müsaade etmiyordu. KİT’ler başlarına  A.Ş. konularak özelleştirildi. Tarımda fay hatlarının kırılması sosyal demokrat hükümetler iktidardayken oldu. İlk olarak çay kanunu değiştirip, özel şirketlere yer açtılar. Çay üretimi eskiden sadece kamunun  elindeydi. Sonrasında Et ve Balık Kurumu, SEK ve Yem Sanayi özelleştirildi. Bu  özelleştirmelerin altında Murat Karayalçın’ın imzası vardır. Et ve Balık Kurumu hayvancılık yapanlara avans verirdi. Köylünün hayvanlarını alır, işler, satışını yapardı. Hazır köfteden sucuğa kadar pek çok gıdayı üretirdi. En çok kar eden kurumlardan biriydi. Parçalanarak özelleştirildi. Mesela Ankara Et ve Balık Kurumu’nu Koç aldı 3 yıl işletmek şartıyla. Ne yazık ki 6 ay geçmeden binayı yıkıp yerine bir plaza  yaptılar. Ülke geneline yayılmış halde 28 ad Yem Fabrikası vardı. Çiftçi hayvan yemini buradan alırdı.  Kamunun elindeki bu kurumlar fiyatların aşırı pahalanmaması için piyasayı regüle ederlerdi.  Özelleştirmelerle birlikte bu mekanizma ortadan kalktı.

İlk olarak çiftçi ile devletin bağını kopardılar. Kurmay genel müdürlükleri dediğimiz Toprak ve Su Genel Müdürlüğü, Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Karantina  İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda İşleri Bölge Müdürlükleri ve Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü kapatıldı.  Mesela çiftçinin tarlasına kendi kendine ilaç atma yetkisi yoktu. Bu işlere Zira Karantina İşleri Genel Müdürlüğü bakardı. Ya da satılan ürünler Gıda İşleri Genel Müdürlüğü laboratuvarlarında incelenir, sorunlu olanlar var ise çiftçiye üretim yapma denirdi. Çiftçinin güncel yayınları takip etmesi için Ziraat İşleri  Genel Müdürlüğü yayın faaliyeti yapardı. Çiftçi bilgiyi oradan alırdı. Bu 6 müdürlük kapatıldı. Bugün  Tarım ve Orman Bakanlığı, çiftçi kayıt sistemi, ithalat / ihracat düzenlemesi ve çiftçiye verilecek desteklere bakar hale getirildi. ÇiftçiTarım Bakanlığı kapansa haberi olmayacak durumda şu an… 

İkinci olarak çiftçiyle halkın bağını kopardılar. Tütün, şeker, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri ve  Ziraat Bankası yasası değiştirildi. O dönemde de DSP-ANAP-MHP koalisyonu vardı. TEKEL  kurulduğundan beri fiyatlar standarttı. Mesela piyasada rakı 20 TL ise tütünün kilosu 20 TL idi. Şimdi rakı 120 TL ise tütün 16 TL. Arada büyük bir açı var. TEKEL en iyi örgütlü işletmelerden biriydi. TEKEL, sadece hurdaları satılsa yeni bir fabrika kurulabilecek haldeyken özelleştirildi. Gayri Safi Milli Hasıla’nın  (GSMH) % 5.5’ni TEKEL tek başına karşılıyordu. Önce sigara ve alkolü ayırdılar. TEKEL’in içki bölümü  için Özaltın-Tütsab-Limak-Nurol ihaleye girdi. 292 Milyon dolara ihaleyi aldılar. TEKEL’i devlet  bankasına ipotek edip ceplerinden 5 kuruş çıkmadan fabrika sahibi oldular. Ki o dönem TEKEL’in sadece deposundaki içkiler 270 milyon TL eder haldeydi. Daha sonra 810 milyon dolara Amerikan firmasına sattılar. ŞEKER fabrikaları ise ülkeye medeniyeti getiren fabrikalardı. Halk ilk peyzaj  düzenlemesini, ilk sinemayı, ilk tiyatroyu şeker fabrikaları ile gördü. ŞEKER fabrikaları ayrıca makina  da yapıyor, anahtar teslim fabrika kuruyordu. Yurt dışında 3 fabrika kurdu ŞEKER fabrikaları…  Erbakan’ın deyimiyle ağır sanayi idi aynı zamanda bu fabrikalar. Bunu bile sattılar. ŞEKER fabrikaları  tarımın dinamosudur. Posasından gübre elde edilir, besiciler için küspe üretilir, toprağa oksijen verir,  verimi artırır. ŞEKER fabrikalarının özelleştirilmesiyle tüm bunlar bitti.

3186 sayılı yasa ile Tarım Satış Kooperatifleri ile ilgili yasa çıkardılar. Eskiden Tarım Satış  Kooperatiflerin’in genel müdürlerini çiftçiler seçerdi. Genel Müdürler ne üretileceğine, ne kadar ürün alınacağına, ne kadar ürünün işleneceğine, ne kadarının satılacağına karar verirdi. Genel Müdürler devletti. Tarım Satış Kooperatiflerinde kazanılan para devlete giderdi. Buradaki para şirketlere  aktarıldı. Mesela KAV kibrit şirketi battığında devlet bu fabrikayı bu parayla kurtardı. Mesela Çeltek  Maden Ocağı şirketi battığında devlet şirketi bu parayla kurtardı. Kale gibi sağlam banka diye reklamı  vardı eskiden Hisar Bank, battığında devlet bu özel bankayı bu parayla kurtardı… Tarım Satış  Kooperatifi’nin parası şirketlere aktarıldı ve sonrasında kooperatife Dünya Bankası’ndan 300 milyon  kredi alındı. DB işçileri çıkaracaksın, sanayi tesislerini kaldırıp entegre tesis haline getireceksin ve  banka kurmayacaksın dedi. Çiftçinin bankası TARİŞ Bank’a böylece el konuldu. Şimdiki adı  Denizbank’tır… Ziraat Bankası ise Osmanlı döneminde Memleket Sandıkları adıyla müslim ve gayrimüslimlerin topraklarını işleyerek oluşturdukları sermaye ile çiftçiler tarafından kurulmuş bir özel  kredi bankasıdır. Cumhuriyetle birlikte önce genel müdürü Celal Bayar olmuş ardından  devletleştirilmiştir.  

Son olarak çiftçiyle toprağın bağını kopardılar. 15 Günde 15 yasa çıkaracaksınız diyen Kemal Derviş tarımın tasfiye sürecini bitirmiştir. Bu yasalar çerçevesinde Ziraat Bankası artık çiftçiyi sübvanse etmeyecek (desteklemeyecek), piyasa neyse o yüzdelerle çiftçiye kredi verecek denildi. Ziraat Bankası özel sektörle eşitlendi ve bugün çiftçi, aldığı kredileri ödeyemez, dahası kredi almayarak üretimi bırakır hale geldi. Buraya kadar anlatılan kısımda AKP yok. Ne yapıldıysa kendisine sosyal demokrat diyen  hükümetler eliyle yapıldı. O dönemleri hatırlayanlar bilir, IMF direktörü Cotarelli vardı. Devlet erkanı  ile karşılanır, devlet erkanı ile uğurlanırdı. AKP o zamanlar IMF’nin dediklerini yapmayacağız, her şeyi eski haline getireceğiz diye politika yapıyordu. Seçimleri kazandıktan sonra ise değişen bir şey olmadı,  kendinden önceki hükümetlerin izinden devam etti. Finans kapitalin sözünden çıkmadı… 

5555 Sayılı tohum yasasını çıkardılar. Ardından bugüne kadar alınan tüm kararları hayata geçirdiler. Özelleştirmeleri tamamlayarak, tarımı tekelci şirketlere teslim ettiler. Son olarak hal yasası ile köy kooperatifleri yasasını çıkarmak istiyorlar.  

Hal yasası ile; 175 ad olan hal sayısı 30’a inecek. Yaş meyve sebze yanında, çiçek kesimi, et ve süt  ürünleri, her türlü işlenmiş gıda hal yasası içerisine alınarak, kapsam genişletilecek. Ürün temininde,  üreticiler sözleşmeli işçi olarak çalıştırılacak. Piyasayı artık büyük tekelci firmalar belirleyecek.  

Gelinen noktada hal yasası ile gıda fiyatları düşmeyecek. Bugün tarım ilacında %80, gübrede %184  fiyat artışı var. Geçenlerde Cumhurbaşkanı %184 zam fazla deyince gübre firmaları ülkeden komple  çekiliyoruz dediler. Çözüm hal yasası değil gıda egemenliği… 

Gıda Egemenliği 

Egemenler gıda güvenliği diyorlar biz Gıda Egemenliği diyoruz. Gıda egemenliği ne üretileceğine, nasıl  üretileceğine, ne kadar üretileceğine ve kim için üretileceğine üreticilerin ve tüketicilerin bir araya  gelerek karar vermesidir. Gıda egemenliği tesisinde 3 ana nokta vardır, bunlar; üretimin başladığı  nokta olan tohum, üretim tarzı ve gıdanın insanlarla buluşma tarzıdır… 

Toprağa gübre de atsan ilaçta atsan ürün alamazsın. Tohum atarsan ürün alırsın ancak. Gübre ve ilaç  atmana da gerek yoktur. Her halukarda ürün alırsın. Şirketler tohumu ele geçirmek için mücadele  verdiler. Hibritleşme çalışması yaptılar. Hibrit tohumda yeniden ürün alman gerekir bir sonraki sene  mahsul az olur. Çok yıllar o tohumu kullanırsan ancak yeni bir tür tohum elde edebilirsin… GDO’lu  tohum ise başka kısır tohumdur ve bir sonraki sen ürün alamazsın. Şirket tohumlarıyla tek başına ürün elde edemezsin, sulaman, gübrelemen, ilaçlaman lazım. Tohumu satan firmalar aynı zamanda  kimsayal zehirleri de satan firmalar. Monsanto, Sycntech, BASF, Dupont gibi. Pazarı ve Pazar payını  ele geçrimek için tekelci firmalar tohumu ele geçirmeye çalışıyorlar.  

Üretim tarzı bakımından da endüstriyel üretim ve yeni bir Pazar olarak açılan organik üretim var.  Organik tarım şirket tarımıdır. Sertifika veren, tohumu sağlayan, gübreyi, ilacı sağlayan şirketlerdir. Bu  sebeple Bilge Köylü Üretim (ekolojik tarım veya agroekoloji) olmalı. Bilgiye, bulguya, yerel tohumları  kullanan bir tarım olmalı. 

İnsanlarla buluşturma tarzı ise aracısız olmalı. Semt pazarları, kooperatifler gibi… Bu yüzden  İstanbul’da büyüyen gelişen kooperatif örgütlenmelerini çok önemsiyorum… Birleşmiş Milletler’de  çıkan yasa çok önemli. Türkiye’nin batı yakasındaki köylerde gıda egemenliğini epey gündem yaptık.  Bundan sonraki süreçte Çiftçi-Sen olarak köy kahvelerine dağıtılmak üzere gündemlerin yer aldığı  gazeteler çıkarmayı planlıyoruz.  

Abdullah Aysu’nun sunumundan sonra; Bu iç karartıcı gelecekten kurtulmak mümkün mü?, Hal yasası  ile kooperatifler ürün alabilecek mi? Çiftçiye örgütlenmeyi nasıl anlatabiliriz, nasıl daha hızlı  örgütlenebiliriz? Gıda egemenliği konusunda bir çalışma var mı? Hal yasasına karşı bir çalışma  yapılacak mı? gibi sorularla ilerleyen ve katkılarla zenginleşen bir forum yaptık…