Gıda Meselesi Niçin Ekoloji, Sınıf, Toplumsal Cinsiyet, Göçmen İşçi ve “Mevsimlik İşçi” Meselesidir?

2007 yılı itibarıyla başlayan gıda fiyatlarının yükselmesinin ardında, 2008 yılında patlak veren küresel ekonomik kriz ve sonrasında yaşanan isyanlar yatıyor. Gıda fiyatlarının artmasıyla birlikte 40’tan fazla ülkede halk ayaklanması yaşanmış, gıda krizine yanıt veremeyen devletlerin varlığı ve meşruluğu halk nezdinde sorgulanır hale gelmişti. 2011 yılında Tunus ile başlayan “Arap Baharı” isyanları, rıza göstermeyen bir halkın baskıcı rejimleri bile nasıl sarsacağını göstermiş, dünya devletlerini dehşete düşürmüştü. Dünya 2008 krizinin etkilerini aşamadan 2020 yılında yaşanan pandemiyle birlikte artan kuraklık, yeni bir isyan dalgasını tetikleyecek noktaya geldi.

Yönetememe kriziyle karşı karşıya kalan egemenler, soruna çözüm bulmaya çalışırken, 2020 yılında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayımlanan “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Raporu; dünya genelinde 2 milyardan fazla insanın gıda güvensizliği yaşadığını ortaya koyuyor ve ekliyor eğer önlem alınmazsa 2030 yılında açlık çeken insan sayısı 840 milyonu aşacak! Oysa yarım yüzyıl önce buğday ve pirinçten yola çıkarak, bir mucize olarak ilan edilen “Yeşil Devrim” açlığı bitirecek, gıdaya erişim sorununu ortadan kaldıracaktı… 

“Yeşil Devrim”le birlikte hayata geçirilen endüstriyel tarımda, yüksek düzeyde, yaygın olarak kullanılmaya başlanan zararlı pestisitlerin insan ve çevre sağlığı üzerinde yıkıcı etkileri oldu. Gıdanın kontrolü ulusötesi şirketlerin eline geçtikçe topraklar çoraklaştı, halklar yoksulluğa ve açlığa mahkûm oldu. “Yeşil Devrim” bununla da sınırlı kalmadı insanın toprakla, gıdayla, kültürle ve ne yazık ki insanla ilişkisini zaman içinde kopardı. 

İklim değişiklikleri, nüfus artışı, doğal felaket tehditleri, gittikçe artan mega inşaat projeleri ve kentleşme eğilimleri sonucunda oluşan yeşil alan kayıplarına, yaşam ve çalışma alanlarımıza, gıdamıza, ekosisteme ve bizzat hayatımıza yapılan bu neoliberal saldırılara karşı topyekün bir direniş, tabandan filizlenen bir halk hareketini ortaya çıkardı. 2007’de La Via Campasina öncülüğünde Mali’de yapılan Dünya Gıda Egemenliği Forumu bir dönüm noktası oldu. 

“Gıda egemenliği; insanların ekolojik olarak doğa dostu yöntemlerle üretilmiş, sağlıklı ve kültürel olarak uygun gıdaya ulaşımı ile kendi gıda ve tarım sistemlerini belirleme hakkıdır. Gıda egemenliği, kurumsal şirketlerin ve pazarın taleplerinin yerine, gıda sistemlerinin merkezine gıdayı üreten, dağıtan ve tüketenleri koyar. Gelecek neslin dahiliyetini ve çıkarlarını savunur. Gıda egemenliği yerel ve ulusal ekonomilere ve pazarlara öncelik verir; köylüyü, küçük aile çiftçiliği odaklı tarımı, geleneksel balıkçılığı, göçebe çoban-odaklı otlatmacılığı, çevresel, toplumsal ve ekonomik sürdürülebilirlik temel alınarak yapılan gıda üretimini, dağıtımını ve tüketimini güçlendirir. Gıda egemenliği baskıdan; kadınlar, erkekler, insanlar, halklar, toplumsal sınıflar ve nesiller arasındaki eşitsizlikten muaf yeni toplumsal ilişkileri ifade eder.”

Gıda Egemenliği’nin altı temel başlığı vardır. Bunlar; 

1. İnsanlar için gıdaya odaklanma: Gıda egemenliği tüm insanların, halkların, toplulukların yeterli, sağlıklı ve kültürel açıdan uygun gıdaya erişim haklarını teslim eder ve bunu bütün gıda, tarım, besi hayvanı ve balıkçılık merkezlerinde uygular. Bu topluluklara açlık çekenler, işgal altında olanlar, çatışma alanında olanlar ve ötekileşenler de dahildir. Ayrıca, gıdanın herhangi bir mal ya da uluslararası tarım şirketlerinin bir parçası olduğu durumları reddeder. 

2. Gıda üreticilerine değer verme: Gıda egemenliği yapılan katkılara değer verir ve onları destekler; kadınların, erkeklerin, köylülerin, küçük aile çiftçilerinin, çobanların, geleneksel balıkçı halklarının, orman köylülerinin, yerli halkların ve içinde gıdaları yetiştiren, büyüten ve hasat eden göçmenlerin de bulunduğu tarımda ve balıkçılıkta çalışan işçilerin haklarına saygı gösterir; bu insanları değersizleştiren, onları yok eden ve geçim kaynaklarını tehdit eden politikaları, eylemleri ve programları reddeder. 

3. Gıda sistemlerini yerelleştirme: Gıda egemenliği gıda üreticilerini ve tüketicileri daha da yakınlaştırır; her ikisini de gıdayla ilgili alınan karar verme süreçlerinin merkezine alır; gıda üreticilerini düşük fiyatlardan ve yerel pazarlardaki gıda yardımından korur; tüketicileri düşük kaliteli ve sağlıksız gıdalardan, ayrıca uygunsuz gıda yardımı ve GDO’lu gıdalardan korur; sürdürülemeyen ve adaletsiz uluslararası ticareti teşvik eden ve buna bağlı olan yönetim yapılarını, anlaşmaları ve uygulamaları reddeder; kayıt dışı kurumların ortadan kalkması için destek verir. 

4. Kontrolü yerelden sağlama: Gıda egemenliği yerel gıda üreticilerine bağlı toprakları, arazileri, otlakları, suları, tohumları, besi hayvanlarını ve balıkçı topluluklarını kontrol eder ve onların haklarına saygı duyar. Gıda üreticileri bunları toplumsal ve çevresel olarak sürdürülebilir olacak şekilde kullanabilir ve paylaşabilir, böylelikle çeşitlilik korunur; gıda egemenliği yerel toprakların jeopolitik sınırları aştığını fark eder ve yerel toplulukların kendi topraklarını kullanma ve orada yaşama haklarını garanti eder; farklı bölge ve topraklardaki gıda üreticileri ile farklı sektörlerden gelenler arasındaki pozitif etkileşimi teşvik eder, bu sayede iç çatışmaların ya da yerel ve ulusal yönetimler arasındaki çatışmaların çözülmesine yardımcı olur ve doğal kaynakların, kanunlar, ticari anlaşmalar ve fikri mülkiyet hakları rejimi aracılığıyla özelleştirilmesine karşı çıkar. 

5. Bilgi ve beceri geliştirme: Gıda egemenliği gıdayı üretenlerin ve onların yerel örgütlerinin beceri ve yerel bilgilerinin üzerine kurulmuştur. Bu sayede üreticiler yerelleşmiş gıda üretimini ve hasat sistemini korur, geliştirir ve yönetir; ayrıca bir yandan bu bilgeliği desteklemek ve sonraki nesillere aktarmak için uygun araştırma sistemleri geliştirir; bu sistemlerin altını oyacak, onları tehdit edecek veya zarar verecek teknolojileri (örn. genetik mühendisliği) reddeder. 

6. Doğayla beraber çalışma: Gıda egemenliği doğanın katkılarını birçok farklı alanda kullanır. Düşük dış girdili agro-ekolojik üretim ve ekosistemin maksimum oranda katkı sağladığı, özellikle iklim değişikliğine rağmen esnemenin ve uyumun geliştiği hasat sistemleri bunlara örnektir. Gıda egemenliği gezegeni iyileştirmeye çalışır ki gezegen de bizi iyileştirsin; yararlı ekosistem işlevlerine zarar veren, enerji tüketen tek kültürlü tarıma ve besi hayvanı fabrikalarına bağlı olan yöntemlere karşı çıkar; ayrıca çevreye zarar veren ve küresel ısınmaya katkıda bulunan zararlı balıkçılık pratiklerini ve diğer endüstriyel üretim yönetimlerini de reddeder. 

Bu perspektifle bakıldığında Gıda meselesinin sınıf, ekoloji, toplumsal cinsiyet, göçmen işçi ve mevsimlik işçi meselesi olduğunu da görebiliyoruz. Bu temel başlıkları biraz daha detaylı olarak ele alalım.

Gıda Neden Sınıf Meselesidir?

Endüstriyel tarım, küçük ölçekli çiftçiliği verimsiz bulup yerine büyük ölçekli çiftçiliği ikame ettikçe, sanayileşmeyle birlikte kırdan kente göçlerde hızlandı. 1985 yılından sonra ilk kez kent nüfusu kır nüfusunu geçti. Kır emekçileri kent çeperlerinde sanayiye ucuz iş gücü olurken yeterli ve dengeli beslenebilecekleri sağlıklı gıdalara ulaşamaz oldular. Geleneksel, yerel, besleyici gıdanın yerini, kalori deposu, ucuz, beslemeyen ve ardında büyük bir emek sömürüsünün olduğu fast food gıda aldı. Gıdanın kontrolü egemen sınıfların eline geçtikçe, alt sınıfın hayatta kalmasını sağlayabilecek temel gıda maddelerine erişimi düştü. 

Dünya nüfusunun % 80’i mülkiyetten yoksun, emek güçlerinden başka satacak bir şeyi olmayanlardır. Azami kar için ileri teknoloji yöntemlerine yönelinmesi dünya nüfusunun önemli bir bölümünü işsiz bırakarak artık nüfus haline getirmiştir. Çalışabilecek bir iş bulanlar ise çok düşük gelir ile çalışmaya, sözleşmeli işçilik adı altında güvencesiz yaşamaya mahkum edilmişlerdir. 

Kapitalizm ve endüstriyel tarım, hayvancılık, balıkçılık işsizliği ve yoksulluğu sürekli hale getirmektedir. Sağlıklı adil, temiz gıdaya ulaşmanın önünde en önemli engelllerdir. Gıda egemenliği perspektifi ile ne, niçin, nasıl, nerede ve kim için üretiliyor sorularına somut cevap vererek kır ve kent emekçilerinin gıda üretimi ve dağıtımı hakkında söz sahibi olduğu kapitalist üretim ilişkileri ve mülkiyet ilişkilerinin ortadan kaldırıldığı her emekçinin insani gelir elde ettiği koşullarda sağlıklı ve temiz gıdaya herkes ulaşabilir. Bunun için gıda meselesi bir sınıf meselesidir.

Gıda Neden Ekoloji Meselesidir?

Kırdan kente göçlerle birlikte, kentler kontrolsüz bir şekilde büyümeye başladı ve kent çevresindeki tarım alanları yok olmaya başladı. Kentler kendi gıdasını üretemeyen, ürettiği çöpleri geri dönüştüremeyen, doğal dengeyi bozacak şekilde toprağın, suyun, havanın kirlendiği yerler haline geldiler. Kırda ise çiftçiye dayatılan bu sistem, sertifikasız tohum üretimini ‘gıda güvenliği’ için tehdit olarak dayatıyor ve üreticiyi hibrit, kısır tohum satan küresel şirketlere bağımlı hale getiriyor. Yine tarımda kimyasal gübre ve ilaç kullanımı teşvik eden, daha çok hasat yapma hayaliyle çiftçiyi ödeyemeyeceği borç yüküyle karşı karşıya bırakan bir sistem var karşımızda. Daha çok maden ve enerji sektörleri öne çıksa da endüstriyel tarım ve gübre şirketleri aynı zamanda iklim değişikliğine neden olan sera gazı salınımlarının üçte birinden sorumlu. 

Dolayısıyla, bugün dünyada hızlı kentleşme sonucu tarım alanları azalırken kimyasal ürünlerin kullanım miktarı sürekli artmaktadır. Zararlı kimyasalların kullanılması ile oluşan kalıntıların, toprağı, yer altı sularını ve gıdaları kirletmesi doğal dengeyi bozarak, çevre sorunlarına yol açmakta, çiftçileri büyük şirketlere bağımlı hale getirmekte ve sağlıklı gıda üretimini tehdit etmektedir. Girdi temininden, üretim, dağıtım ve pazarlamaya kadar tarımsal üretim zincirinin tüm aşamalarına hakim olan ve böylelikle yoksulların ucuz ve sağlıklı gıdaya erişimini engelleyen çok uluslu şirketler tarımsal üretiminin belirleyicisi durumundadır.

Su, toprak ve havanın kirliliğinin artması temiz ve sağlıklı gıda üretimini olanaksız kılmaktadır. Bir yandan su, toprak ve havanın korunması ve temizlenmesi mücadelesi içinde yer alırken diğer yandan örgütlü üreticilerle çalışarak bölgenin, köyün yada havzanın tamamının birlikte dönüşüm süreci içine girmesi hedeflenmelidir. Bunun için gıda meselesi aynı zamanda ekoloji meselesidir.

Gıda Neden Toplumsal Cinsiyet Meselesidir

2021 yılı TÜİK işgücüne katılım cinsiyet dağılımı raporuna göre gıda üretiminin yüzde 42’si kadın çiftçiler tarafından gerçekleştiriliyor. Yine kadınların yüzde 78’i ücretsiz aile işçisi olarak çalışıyor. Tarlada, bağda bahçede, ahırda, ağılda bitkisel ve hayvansal üretimin iş gücünü sağlayan kadınlar, bunların yanında; ev işlerini, hasta, yaşlı ve çocukların bakımını yapmakta, ayrıca aile beslenmesinde de önemli bir görevi üstlenmekteler. Kısaca kadınlar, tarlada, bağda, bahçede çalışıp üreten, evini yöneten, ailesini besleyen ücretsiz aile işçisidirler. Bunun yanı sıra tarımda çalışan kadın çiftçiler sosyal güvenlik uygulamalarının dışında kalmakta, güvencesiz çalışmaktadır.

Bugün yaşadığımız ekolojik sorunların, gıda sorularının temelinde erkek egemen düşünce yapısı vardır. Çünkü bu düşünce yapısı doğadan alabileceğimiz gıda yerine metanın peşine düşer. İnsanları doyurmak için gıda üretmek yerine, otomobiller için yakıt üretimine ve/veya endüstriyel hayvancılık için yem bitkileri üretimine kafa yorar.

Inter-Amerikan Tarım İşbirliği Enstitüsü’ne göre, dünya çapında kadınlar gıdanın yarısını üretmelerine rağmen toprağın yüzde 15’inden daha azına sahipler. Bunun ancak yüzde 2’si gelişmekte olan ülkelere ait. Köylü kadınlar, ortak mallar ve köylü tarımı, kendi topluluklarının yaşamlarını önemli ölçüde etkileyen sömürücü ve endüstriyel tarım projelerinin tehditlerinden en çok etkilenenler. Küresel düzeyde, orta veya şiddetli gıda güvensizliğinin yaygınlığı kadınlar arasında erkeklere göre daha yüksektir. Kadın çiftçilerin ve üreticilerin görünür olması onların taleplerinin hareket içinde tartışmasız kabul edilmesi bu yok sayma ve “görünmezliği” ortadan kaldıracak adımların atılmasıyla mümkündür.  

Bu bakımdan Brezilya’da Topraksız Kır İşçileri Hareketi, (MST)’de de uygulanan kadın çiftçiler meclisinden gelen önergelerin genel kurullarda tartışılmadan onaylanarak geçmesi perspektifi yol açıcıdır. Kooperatifçilik açısından da  kadın kooperatifleri ile çalışma önceliği kadınların kooperatifler aracılığıyla toprağına, yaşamına, emeğine sahip çıkması açısından önemlidir. Dolayısı ile gıda meselesi aynı zamanda toplumsal cinsiyet meselesidir.

Gıda Neden Göçmen İşçi Meselesidir

Dünyada artan yoksullaşma işsiz ve geleceğini göremeyen milyonlarca insanı daha zengin olduklarını düşündükleri ülkelere göç etmeye yönlendirmektedir. Daha çok güney ülkelerinden, kuzey ülkeleri denilen ABD, Kanada, Avrupa Birliği ülkelerine doğru bir göç eğilimi vardır. Tabi ki bu güzergahlarda bir çok ara bekleme ülkesi de mevcuttur. Bu güvencesiz, kayıt dışı nüfus birçok ülkede çok ucuza hatta bazen resmi yetkililere ihbar edilme tehditiyle ücretsiz olarak çalıştırılmaktadır. Göçmenlerin en rahat iş bulabildikleri alanlardan biri de tarımdır. Karadeniz’de çay üretiminde çalışan Gürcüler buna en somut örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde Özbek, Afgan ve Suriyeli göçmenler tarımsal üretimde yoğun olarak çalıştırılmaktadırlar.

Yani sağlıklı, temiz, adil gıdaya erişim süreci gıdanın nasıl ve kimler tarafından üretildiğine de bakmayı gerektirmektedir. Üretim yapılırken başka ülkelerden gelen göçmen işçi çalıştıranların; bu işçilerin haklarını verip, vermedikleri, işçilerin temiz, sağlıklı barınak imkanlarına sahip olup olmadıkları, sosyal güvencelerinin olup, olmadığı gibi konuları sorgulamak, sadece üretilen gıdaya odaklanmamak gıdanın geri plandaki üretim ilişkilerini de ortaya çıkarmak gerekir. Bu bakımdan gıda meselesi aynı zamanda göçmen işçi meselesidir.

Gıda Neden Mevsimlik İşçi Meselesidir

Yine ülke içi işsizlik ve yoksulluğun artması ile geçinmek için başka bölgelere geçici olarak giden resmi mevzuatta “mevsimlik işçi” olarak tanımlananların da tarımda çalıştıklarını düşünürsek çalışma ve yaşama koşulları tabağımıza gelen gıdanın geri planına bakmayı gerektiriyor.

2013 yılında Diyarbakır Mezopotamya Mevsimlik Tarım İşçileri Derneği (MET-DER) kuruldu. MET-DER, tüm tarım emekçilerini insanca, onurlu bir yaşam için dernek çatısı altında örgütlenmeye ve mücadele etmeye davet etti. Yayımladıkları talepler listesi ile de mevsimlik işçilerin temel sorunlarını dile getirdiler. (1) Taleplerin başında mevsimlik geçici işçi olarak çalışmalarına neden olan koşulların değiştirilmesini talep ettiler. Bugün Diyarbakır’da ki Güleçköy kolektifi ve Suruç’taki Kibele Kooperatifi ortakları göçmen işçilikten çıkarak bulundukları bölgede üretim sürecine dahil olabilecekleri modeller geliştirmektedirler.

Geçen yıl Adapazarı’nda yaşanan fındık işçilerine yapılan saldırı ve linç girişimi sorunların halen devam ettiğini göstermektedir.  Gıda meselesi aynı zamanda mevsimlik işçi meselesidir.

Sonuç Yerine

Mevcut küresel gıda sistemi, toplumların gıda güvenliğini sağlamayı başaramadı. Bugün dünyanın dört bir yanında bir milyardan fazla insan açlık çekiyor. Küresel gıda sisteminin, iklim değişikliğine yol açan ve tarımsal-biyolojik çeşitliliği tahrip eden yoğun tarım-sanayi modelini teşvik etmesinin çevreye son derece olumsuz bir etkisi var. Bu sistem bilhassa kadınlara büyük zarar veriyor.

Gıda egemenliği hem şehir hem kırsaldaki insanlar için; hem yoksul hem de zengin devletler için çok anlam ifade eder. Gıda egemenliği neoliberalizme, serbest piyasaya, yıkıcı ticaret ve yatırımlara karşı bir direniş alanı açtığı kadar, demokratik gıda ve iktisat sistemleri, adil, süreklilik arzeden bir gelecek kurmaya da zemin oluşturur. Gıdayı, toplumu ve hayatı kontrol etmek isteyen ulusötesi şirketlere karşı direnişimiz, gerçek çözümlerin tarihsel olarak ezilen ve sömürülen halklar, köylüler, yerli topluluklar ve kadınlar tarafından yürütülen tarımın meşruluğundan geliyor.

Kaynaklar:

1: http://isigmeclisi.org/6073-diyarbakir-mezopotamya-mevsimlik-tarim-iscileri-dernegi-met-der-kuruldu